21 Mart 2011 Pazartesi

KISACASI AŞK...


         Aşk... iki dudak kenarının arasındadır bazen,sürekli gülümsüyorsan mutlusun demektir.Seni mutlu eden birşeyler vardır ya da birisi.Sürekli kafanda onun düşüncesi varsa aşıksın demektir.Onu sürekli rüyalarında görüyorsan aşıksın demektir.Sırf onu rüyalarında gördüğün için sürekli uyumak istiyorsan,uyanınca da hemen uyumak ve yine onu rüyanda görme isteğiyle yanıp tutuşuyorsan aşıksın demektir.      
      Aşk...bir cümle arasında onun adını söyleyebilmek için çaba sarfetmektir bazen.Kurduğun birkaç cümlede bir onun adını telafuz edebiliyorsan mutlusun demektir.Seni mutlu eden koskoca bir cümlenin içindeki bir kelimedir sadece...Onun dinlediği müziği dinleyip,onun sevdiği yemeği yapmak için can atıyorsan aşıksın demektir.Onunla beraberken çok gülüyor ama bazen de ona sinirleniyorsan aşıksın demektir.Hele bir de kendini ne hissettiğini bilmediğin bir şekilde hissediyorsan o zaman kesin aşıksındır.
      Aşk...bazen tam pes ettim derken ters köşe yapıp "Ş" harfinin sarkacından tutup,eskisinden daha sağlam bir şekilde ona tutunmaktır.Oradan oraya sallanırken sarkacın ucunda mutlu olmaktır.Seni mutlu eden 29 harfin içindeki tek bir sarkaçtır.Bazende kahve falının içinde aradığın tek bir harftir AŞK...Eğer kahvenin içindeki diğer 28 harfe düşmansan aşıksın demektir.Onu gözlerinle görmeden de algılayabiliyorsan aşıksın demektir.Onu her geçen gün biraz daha tanıyıp daha fazla algılamak istiyorsan aşıksın demektir.Onun yanında kendini rahat hissedip istediğin gibi davranıyorsan ama her an şekil değiştirmeye hazırsan aşıksın demektir.
      Aşk...bir topuklu ayakkabının topuğudur bazen...Bir bedenin yükünü üç harfle birlikte taşıyabiliyorsan aşıksındır demektir.Ama buna rağmen topuklu ayakkabın ve onun topuğu kadar seni mutlu eden birşey yoksa aşıksın
demektir.Hastalandığında ona bir tabak çorba yapmak ya da kendini kötü hissettiğinde onun dert ortağı olmak istiyorsan aşıksın demektir.Senin gözlerinin içine baktığında dudağının kenarında bekleyen gülücük kalbine yayılıyorsa aşıksındır demektir.
      Aşk...bazen bir maratonda birinciyi geçip birinci olabilme isteğidir.Seni mutlu eden,ayaklarının dört nala koşup bedeninin kan ter içinde kalmasıdır bazen.Ayaklarını köle yapıp birinci olma isteğiyle yanıp tutuşuyorsan aşıksın demektir.Hele birde birinci olup bedenini yorgun ama ruhunu mutlu hissediyorsan o zaman kesin aşıksın demektir.Ruhunun dinginliğiyle yatağına uzanıp onu düşünüyorsan ve gözlerin tüm gece boyunca açık,kulakların sabah ezanının sesini duyuyorsa aşıksın demektir.Onunla hem çok iyi bir arkadaş olmak isteyip hem de elini tutup başını omuzuna koyabileceğin bir sevgili olmak isteğiyle yanıp tutuşuyorsan aşıksındır demektir.


      Aşk...bir şarap mahzeninde yıllanmayı bekleyen bir şarap gibidir aslında...Seni mutlu edecek olan tek şey doğru rafı bulabilmiş olmaktır sadece.


      Aşk...bir rafta yıllanırken cismin değil ismin değişmesidir aslında ya da "Ş" harfinin sarkacından "G" harfinin çengeline tutunmaktır aslında.


      Aşk...iki dudak kenarının arasından gülümserken,kurduğun cümlelerde onun adını telafuz etmeye çalışmak biryandan da topuklu ayakkabının topuğuyla maratonda birinci olma isteğiyle yanıp tutuşmak ve kazanmaya çalıştığın zaferi ÜÇ harften BEŞ harfe taşımaktır aslında...


      AŞK...hergeçen gün biraz daha yıllanıp tadından hiçbirşey kaybetmeden "SEVGİYE" dönüşebilmektir aslında...


   YANİ AŞK SEVGİ'NİN ÜÇ HARFLİ HALİDİR ASLINDA...

             

25 Şubat 2011 Cuma

BİR GEMİNİN ORTASI

Bir geminin ortasındayım gidiyorum biryerlere doğru sağıma soluma bakmadan rotayı takip etmeden gidiyorum.

Bırakmışım kendimi rüzgara o gemiyle birlikte geminin ortasında duran beni nereye götürürse ben oraya gidiyorum ve hiç itiraz etmiyorum ona hiç tepki vermiyorum.

Bir kardan adam gibiyim adeta onun gibi sadece öylesine duruyorum ortada...

Yanımdan gelip geçenler var bir sürü insan gelip geçiyor bense öylece duruyorum ama durmam düşünebilmeme engel değil "vay be" diyorum kendi kendime "kimler geldi kimler geçiyor buralardan" ve sonra biri çarpıyor gözüme ölece karşımda durmaya başlıyor ne bir adım geri atıyor ne de bir adım ileri...

Sadece duruyor öyle...ama rüzgarımı engelliyor benim,rüzgarımla temasımı engelliyor.bense kıpırdayamıyorum sadece avaz avaz çığlık atıyorum.

İçimden "ya bir adım geri git ya da bir adım ileri gel" diye bağırıyorum."öylece durursan orda bir kardan adam gibi donuk bedenimi eritir yok edersin rüzgarın yolculuğuyla birlikte hareket etmemi engellersin"...

ama nafile boşuna bağırıyorum duyuramadıktan sonra...oysa ne güzel ortasındaydım bir geminin rotam yoktu sadece donuk bedenime hükmeden futursuz bir rüzgarım vardı ve yanımdan gelip geçenler...

Oysa şimdi eriyip gitmekteyim bir kardan adam gibi ne yanımdan geçenleri görebiliyorum ne de rüzgarı hissedebiliyorum,geminin ortasında bile duramıyorum artık sadece karşımda duran biri var ne bir adım geri ne bir adım ileri...

o yerini bulmuş belki ama rüzgarı yok etmiş haberi yok ve böyle giderse haberi de olmayacak...

Ve... KAÇINILMAZ SON GEMİ DERİNLİKLERE DOĞRU BATACAK...

22 Ocak 2011 Cumartesi

OKYANUS İNSANLAR VARDIR...

 Okyanus insanlar vardır,gerçekten vardır...

O dalgalar,o rüzgarların uğuldayan soluğu,o karartılar ve saydamlıklar,o uçurum bitkileri,o bulutların kasırga ortasındaki çılgın oyunu,o köpüklerdeki kartallar,o milyonlarca ışıklı doruğun-sayılamayacak denli çok başın-bilinmez hangi gizemli kaynaşma içinde yansıttığı güzelim yıldız ışımaları,o birşey ararmış gibi duran orada burada parlayıp duran koca yıldırımlar,o devsel hıçkırıklar,o uzakta belli belirsiz görünen ürkünç yaratıklar,o uğultularla bölünen kapkaranlık geceler,o azgın öfkeler,o dizginsiz çocuklar,o yürek sancıları,o sert kayalar,o büyük yıkımlar,o birbirine bindiren koca gemiler,o tanrısal gökgürültülerine karışan insansal gürlemeler,o yüreğin en derinindeki kanama;sonra,o incelikler,o tatlılıklar,o şenlikler,o sevinçle uçan ak yelkenler,o balıkçı tekneleri,o gümbür gümbür söylenen türküler,o ışıl ışıl yanan limanlar,o toprağın buram buram tütüşü,o ufukta görünen kentler,o suyun ve göğün derin maviliği,o yararlı sertlik,o tüm varlıkları sağlıklı kılan acılık,onsuz herşeyin çürüyeceği o keskin tuz;o kızıp köpürme ve yatışmalar,o Bir'deki bütün,o hep aynı kalandaki beklenmedik değişim,o sonsuzca çeşitlenen o tekdüzelikteki büyük tanık,o altüst oluştan sonraki dengelenme,o insanı sonsuza dek ürpertecek uçsuz bucaksız boşluğun cehennem ve cennetleri,o dipsiz derinlikteki şey...

Tüm bunlar,tek bir kafada bulunabilir,o zaman bu kafa öfke adını alır;böylece bir Aiskhylos'umuz olur,bir İşaya'mız olur, bir Juvenalis'imiz olur,bir Dante'miz,bir Michelangelo'muz,bir Shakespeare'miz olur ve bu ruhlara bakmakla biz  Okyanus'u seyretmiş oluruz.
                                                                                                                                         VICTOR HUGO

O RUHLARA BAKMAKLA BİZ TİYATRO SEYRETMİŞ OLURUZ!...

O RUHLARA BAKMAKLA SİZ BİZİ SEYRETMİŞ OLURSUNUZ!...

28 Aralık 2010 Salı

HAYATIMIN EN İÇİNDEKİLER...

bugün size dostluktan daha doğrusu benim dostlarımdan bahsedeyim biraz,herşeyi anlatırken hayata dair, hayatımın en içindeki yıllardır yanımda olan dostlarımı anlatmadan geçmek istemedim..

düşünsenize ne kadar kutsal birşeydir dostluk,aranızda kan bağı olmadan farklı karakteristik özelliklere sahipken sırf birbirinizi sevdiğiniz için biraraya gelirsiniz ve hayatın tüm zorluklarına karşı sevgi ve saygı içinde ayakta kalmaya çalışır,birbirinizin farklı özellikleriyle savaşır,onlardan eğlenceli şeyler çıkarmaya çalışır bazen de bu farklı özelliklere kızar ama dost olduğunuz için tüm sevginizle ayakta kalırsınız.bu yüzden bazen bir ailenin kan bağından daha güçlüdür dostluk aynı benimkiler gibi...

YIL 1989; kendimi algılayıp tanımaya başladığım zamanlar,yanımda benim gibi küçük bir kız çocuğu daha var,nedense nerdeyse her akşam bizde ve ben bu kız çocuğunun neden sürekli bizde olduğunu algılayamıyorum ama bize gelmediği günler çok üzülüyorum çünkü onunla her gün oynamaya alışmışım.böyle böyle birkaç yıl daha geçiyor artık 5'li yaşlarımızdayız ve ben bu kız çocuğunu artık daha iyi tanıyorum,kim olduğunu biliyorum.her günümüz hatta gecemiz birlikte geçiyor.arada akşamları bizde kalıyor ve erkenden uyuyor ama ben kıpırdağın teki olduğum için uyutmuyorum onu sürekli dürtüyorum ve sürekli peşindeyim ama o benim her engelime karşı uyumaya devam ediyor...
VE YIL 2010; o gün bugündür hala aynı...ben meltemi hala uyutmam ama o bana rağmen hala uyur.biz yıllardır kardeşiz aynı ilk günkü gibi.bol bol da kavga ederiz meltemle yeri göğü inlettiğimiz zamanlar olur ama iki dakika sonra hiçbişi olmamış gibi devam ederiz hayatımıza çünkü birbirimizin içini dışını biliriz biz,hatta kavga etmezsek bi terslik vardır bu işte...farklıdır meltemle kardeşliğimiz ama özeldir.

YIL 2004; kızın biri italyanca dersinde gelip yanıma oturdu,her ne kadar o benim onun yanıma oturduğumu iddia etsede ben öyle hatırlamıyorum:))ama önemli olan kimin ilk önce birbirinin yanına oturduğu değil bu italyanca dersinin gelecek yıllarda dost olmasına yol açacağı iki kız.ilk italyanca dersiyle başladı bizim arkadaşlığımız kim bilebilirdi ki bir italyanca dersi bu iki kızı yıllar boyu nerdeyse 24 saat birbirinden ayırmayacak,her zorluğu her sıkıntıyı her mutluluğu o günden bu güne birlikte yaşayıp atlatacaklar,gelecek yıllar için birlikte hayal kuracaklar,birlikte ağlayıp birlikte gülecekler...herkes bu iki kızın dostluğunu her dakika her an kıskanacak,öğrencileri bırakın öğretmenler bile bu iki kızın dostluğunu kıskanıp ama bir yandanda içlerinden gıpta edecekler...
YIL 2010; işte öget'le böyle başladı herşey...bu okulun bize verdiği en güzel şey dostluğumuz oldu her daim ayakta duran dostluğumuz bundan sonrada böyle olacak bizi kıskananlar,çekemeyenler ömürlerinin sonuna kadar kıskançlık kırıntılarını içlerinde hissedecekler...

YIL GENE 2004; mavi gözlü kızın biri,gözleri çok güzel ama nedense yüzü hiç gülmüyor,soğuk nevalenin teki hiç kanım almadı ve nedense bu kızla sürekli aynı ortamda karşılaşıyoruz ve ben bu durumdan hiç memnun değilim.gel zaman git zaman oluyor bu kızla başka bir ortak arkadaşımızdan dolayı arkadaş olmak zorunda kalıyoruz başka çare yok arkadaş hatırına katlancaksın işte n'aparsın... ama ama ama ben bu kızı tanıdıkça çok sevmeye başlıyorum,ne kadar eğlenceli,aslında istedimi ne kadar güleryüzlü olabildiğini farkediyorum...sevmeye yakınlaşmaya başlıyoruz birbirimize ve bu yakınlık enteresan bir biçimde her geçen gün daha perçinleniyor.sonra öget,ben ve derya her günümüzü her dakikamızı birlikte geçirmeye başlıyoruz.bağlandıkça bağlanıyoruz birbirimize yaz-kış artık her daim birlikteyiz,aradaki pislikleri de safdışı edince daha da perçinleniyor arkadaşlığımz,okulda dışarda yaşadığımız her zorluğu birlikte omuz omuza çözüyoruz.her saf dışı ettiğimiz pislik aslında daha da yakınlaştırıyor bizi birbirimize.bu ekibe meltem de katılınca daha da büyüyor daha da güçlü oluyoruz.
VE YIL 2010; şimdi bu mavi gözlü soğuk kız benim en canım hatta ailem ve hatta kuzenimin nişanlısı ey hayat bak sen şu işe kim derdi ki... nerden nereye:))

YIL 2004 HAZIRLIĞIN İLK AYLARI...bir çocuk var,sürekli necibe diye birinden bahsediyorlar,necibe aşağı necibe yukarı.ben tabi necibeyi kız arkadaşı sanıyorum bu çocuğun.bir gün dayanamıyorum ve "necibe kim?" diye soruyorum ve "necibe benim wosvosum,plakası ncb olduğu için necibe diyoruz"diye bir cevapla karşılaşıyorum.kıpkırmızı ve sevimli bir araba olduğu için değme lüks arabalardan daha popüler."bizide bindirsene bir gün"diyorum."tamam"diyor ve biniş o biniş necibe yanana kadar hiç inmiyoruz o wosvosdan yeri geldiğinde 10 kişi bile biniyoruz o wosvosun içine ve necibe yandığında bir tarih kapanıyor ama aydoğanla benim dostluğum bir tarih açıyor.sürekli birlikteyiz,sürekli yanyanayız.abilik yapıyor bana aydoğan,zor günümde mutlu günümde hep yanımda tabi bende onun.gerçek abim olsa bu kadar sevemem belki de annem babam bile ona ve onun dostluğuna çok güveniyor.onu derya,meltem ve ögetle tanıştırıyorum ve artık hepimizin dostu,arkadaşı oluyor.hepimize lakaplar takıyor hepimizi çok güldürüyor,farklı bir kişilik orjinal adamım benim o.aydu'muz bizim o ayduca dilinin kurucusu,tam bir orjinal ama kalbi yüreği sağlam orjinallerden...

işte böyle yıllardır yetiyoruz biz birbirimize yıllardır tüm zorlukları,bize yapılan tüm süikastleri,tüm sıkıntıları,tüm mutlulukları,aşkları,terkedişleri,kalp ağrılarını,mutlu birliktelikleri,eğlenceli günleri,deliliklerimizi,yazımızı-kışımızı beraber yaşadık,berbaber atlattık herşeyi ve beraber tutunduk hayata.bazen sendeliyor gibi olduk,bazen yıkacaklar bizi sandık ama aslında her gün bizi daha da güçlendirdi yine voltran oluşturup iyi günde de kötü günde de bir araya geldik.
hayaller kurduk daima gelecekle ilgili,hepimizin birarada oturacağı öpmüşler ve olmuşlar sitesini kurduk ömür boyu ayrılmamak için...hayallerimizin içinde de hep birlikte olduk kısacası...çünkü biliyorduk ki bizi bizden başka düşünen yoktu.biz ancak birbirimize destek olurduk bu hayatta sadece biz destek olurduk birbirimize,yeni gelen çok insan olurdu ama kimse kurduğumuz bağ gibisini yaşatamazdı bize çünkü biz şarap gibi yıllandıkça güzelleşenlerdendik.yeniler ancak farklılık katardı hayatımıza bizi monotonluktan kurtarırdı işte o kadar onlardan geriye kalanlar biz olurduk gene,sadece biz...

ŞİMDİ 10 YIL SONRASI... yıl 2020 ve niceleri... eğer hayatımıza yeni giren insanlar yani sevgililerimiz ya da eşlerimiz onlarla da bu uyumu yakalar ve hepimiz daha da büyüyerek aile dostu olabilme şerefine erişirsek ve bu aileyi çocuklarımızla daha da kalabalıklaştırırsak işte o zaman kimse tutamaz bizi,mahşere kadar dostuz ama mahşerden sonra da arkamızda bizim dostluğumuzu yürüten bir mirasımız var çocuklarımız...ölsek bile içimiz rahat yani:))

ama ben biliyorum ki biz o şerefe erişeceğiz neler atlatmışız biz,iki sevgili iki eş mi o şerefe eriştiremeyecek bizi... çünkü ne demiş Nietzsche ve Konfüçyüs;

"Güller , laleler , bütün çiçekler solar . Çelik ve demir kırılır ama sağlam dostluk ne solar ne de kırılır."

22 Aralık 2010 Çarşamba

BİR YERLERDEN BAKIYORUM HAYATA...

biryerlerden bakıyorum hayata bilmediğim daha önce görmediğim hissetmediğim biryerlerden...

daha önce bakmamıştım hiç buradan hayata o baktığım yerinde neresi olduğunu bilmiyorum ya...



 ama çok güzel bir yer olduğunun farkındayım çünkü seni getiriyor bana,seni düşündürüyor,seni hissettiriyor... kaybettiklerimi geri getiriyor kazandıklarımı daha da ileri götürtüyor herşey daha farklı ve daha güzel oluyor...
yeni penceremin içinde yaşıyorum hayatı yeni yollar keşfediyorum yepyeni vapurlara binip yeni yeni güverteler keşfediyorum ve daima iyiye götüren yeni yepyeni seçenekler...

gülüyorum her daim,sıcacık bir bakışla bakıyorum hayata ama en çok da sana... deniz daha bir farklı benim için,insanlar,hayat,vapurlar... daha daha niceleri.
gözlerim parlak pırıl pırıl içinden ışık geçmişcesine,mutlu olmayı ilk defa bu kadar derinlemesine içime çekiyorum,çektikce her günü derinlemesine en ince ayrıntısıyla yaşıyorum...

düşünüyorum sonra yeni pencerem neden bu kadar güzel,yeni keşiflerim neden bu kadar farklı,neden herşey daha bir bambaşka ve neden daha önce görmediğim yerlerden bakıp hissetmediğim yerlerden bakabiliyorum hayata...daha öncekilerden niye farklı...
nedenlerle dolu ama bu nedenler bir vapurun üzerinde deniz kokusunu içine çeken nedenler...o kadar duru,güzel ve hayat dolu...

bir yerlerden bakıyorum hayata ve o baktığım yerin neresi olduğunu bilmiyorum ya...ama birşeyi tek bir şeyi biliyorum galiba...

bir düşün bakalım neyi acaba??? 

GROWN UPS-bazılarının olgunlaşmak için biraz daha fazla zamana ihtiyacı vardır.

geçenlerde çok güzel bir film izledim...

adı grown ups-yani büyükler

başrollerde adam sandler ve salma hayek.biraraya gelmelerini düşünemediğim iki oyuncu ama bu filme inanılmaz bir biçimde yakışmışlar.zaten adam sandler hayran olduğum oyunculardan biri ve yaptığı her işte çok iyi...

50 first date,click ve damadı öpebilirsinden sonra adam sandlerdan ne zamandır onlar kadar iyi bir film bekliyordum ve geçenlerde bu filmi buldum.GROWN UPS...

hem çook eğlenceli,dibine kadar güldürebilen unsurlar içeriyor hem de click ve 50 first date filmindeki gibi anlamlı ve güzel,hayatın ufak mutluluklarını,ayrıntılarını keşfetmeyi anlatıyor.


5 küçük arkadaş bir basketbol takımının yetenekli ve afacan çocukları ve babaları gibi sevdikleri koçları...

yıllar sonra bu 5 küçük afacan büyür ve hayat onları bambaşka yerlere dağıtır ama ileride tekrar buluşacakları bir yer vardır,orası filmde saklı;))


işte bundan sonra hayaları hem eskisi gibi olur ama bir yandan da küçük mutlulukların ama büyük dostlukların olduğu bambaşka bir yöne doğru kayar,hem bu sefer artık 5 kişi de değillerdir...

belki adam sandler olduğu için belki hayal ettiğim bir hayat tarzı olduğu için belki de her ikisi de olduğu için ben bu filmden çook ama çok etkilendim,çok sevdim,çok güldüm ve çook derinlerde hissettim...

belki sizde izlemek istersiniz,belki sizde benim gibi sever ve etkilenirsiniz diye bu güzel filmi sizinle paylaşmak istedim İYİ SEYİRLER HEPİNİZE...

13 Aralık 2010 Pazartesi

13 ARALIK 1935

13 aralık 1935 şehir istanbul...

minicik bir kız çocuğu geldi dünyaya...ışıl ışıl parlayan gözleri vardı...

yıllar yıllar sonra...minicik kız çocuğu genç bir kız oldu ve ışıl ışıl parlayan gözleri daha parlak bakmaya başladı dünyaya...

sonra daha minicik bir bebekken ışıldayan gözleri genç kızlık yıllarından itibaren birşeyleri değiştirmek için yola çıkacaktı...

veee...bu kız değiştirmek için çıktığı yolda kiminin annesi,kiminin ablası,kiminin akranı,kiminin arkadaşı,kiminin dert ortağı... olacaktı.

onun adı "TÜRKAN" dı....

Tüm Türkiye'nin hatta dünya'nın TÜRKAN SAYLAN'ı olacaktı...

  

İYİ Kİ DOĞDUIN TÜRKAN ANNE İYİKİ VARDIN VE HALA VARSIN VE GERİDE BIRAKTIKLARINLA VAR OLMAYA DEVAM EDECEKSİN...

(seni nasıl anlatsam bilemedim,nasıl döksem sana olan duygularımı...hiç tanıyamadım belki seni ama içimde hissettim.senin tırnağının zerresi olamasamda yarattıklarını yaşatmak için uğraşan kızlarından biriyim senin en azından böyle hissediyorum.yattığın yerde huzur ve ışıklar içinde uyu...senin yolun artık bizim yolumuz)